KALP OLĞUNLUĞUNU KAZANMAK NASIL OLUR.?
Reşahat Sahibi;
Allah’ ın rızasına yol, ancak şeyhin rızasıdır, diye bellemeli ve ona göre davranmalı.
Hakk’a eriş ve hakk ile vuslat; şeyhin gönlünden geçen hakikatte Allah’ın evi şeyhin gönlüdür. Her şeyi kapısından geçerek bulmak lazımdır. Allah her muradı bahşetmeye kadir iken her şeye bir kapı koymuştur.
Oranın kapısı çalınmadan ve oradan geçmek olmaz. Şeyh Abdülkerim hz.(haznen seyhi) de onun için müritlere, siz seyhinize biz Allah’ ı bilemeyiz, demediniz demişti. Bu söz; “ Allah’a ermenin kapısı sensin! Eve kapısından girilir.” Manasındaki, müritlere muradının yolunu gösteriyor.
Seyyip Eşrefi Rumi hzleri;
Halk velilerinin gönülleri de birer kabedir. Mekke-i mükerreme de bulunan zahir KABE’ ye KABE-İ HALİLİ denir. Gönül kabesine de KABE-İ CELİLİ derler. Zahir kabesini İbrahim Peygamber a.s. taşla ve toprakla bina etmişti. Gönül kabesini ise, celil ve cabbar olan
Gavsımız Seyyid Abdülhakim k.s. bir sohbetlerinde buyurdular ki;
Kalp, nefsim kuvveti ile dünya lezzetlerine dalar,parça parça olur, kalp latif ve Allah’ ı müşahede edecek bir kudrette yaratıldığı halde nefsin hayvani sıfatı, şehvet ve şöhreti ile ve gazap ile kalbe hükmeden nefis, aklın kalbe hükmetmesini engeller, vücut ikliminde, akıl misafir, nefis ev sahibi gibidir. Ev sahibi olan nefsin akla tabi olması için aklın, aklı – selim olması gerekir. Akl-ı selim ise kalb-ı selimden çıkar. Şehvet, nefsin hevası,gazab ve şöhretle parçalanmış kalp, kalb-ı selim olamaz. Kalb-ı selim olmayınca akılda akl-ı selim olamaz. Akıl vücuda misafir gibi nefsin himayesinde kalır. Kölelik makamında kalır. Şu halde sofinin akliyle nefsini yenemeyişinin sebebi budur. Çünkü aklı, çocuk aklı gibi kaldı, akl-ı selim olmadı.
Akl-ı selim olmazsa kalbin Allah’ a teveccühü olmaz. Nefis ipin ucundan tutar ve kalbi şehvet, şöhret, gazaba, sufli hayata çeker. Kalp parçalanır. Kalp parçalanınca hakiki isdidadını (Allah’ la huzur bulmak, zikriyle tatmin olmak) kaybeder, kuvvetinden düşer ve dünya perest olur.
Kalp böyle sebeplerden parçalanınca Allah’a bakan yüzünün kudsiyeti söner.aynanın arkası çizilince aynalıktan çıktığı gibi, kalbinde Allah’a bakan yüzünün kudsiyeti kararınca o tarafı göremez olur, unutur.
O zaman ne yapmak lazım?
O zaman insanın vazifesi, parçalanmış dağılmış olan kalbinin vesveselerinin, dünyevi lezzetlerinin, menfaatlerinin, Ahiret menfaatleri yanında hüsran olduğunu bilip, toplayıp Allah’a çevirmektir. Bunu çevirmenin yegane yolu kalbin temizlenmesidir. Kalbin temizlenmesinin yegane yolu Allah’ ın zikridir. Bunun için sofinin gece gündüz vazifesi, iman ve amelden sonra (farz olan vazifelerden sonra) zikirle meşguliyetidir. Demek ki dünya ya meyletmiş olanlara zikir bunun için daha çok lazım. Zikir çekebilmek için yardımcı kuvvet; cezbe, rabıta, muhabbettir. Cezbe parçalanmış kalbi toplamak için ilahi lütuftur.
GÜZEL AHLAKIN VE KÖTÜ HUYLARIN KAYNAĞI
Bütün güzel huylar kalpden, kötü huyların tamamı ise neftsen doğar. İyi huylu olmak istediğini söyleyen doğru sözlü bir kimse, hemen nefsini tezkiye edip, dinin emir ve yasaklarına itaat eder bir hale getirmeli, kalbini de tasfiye ile, Allah’ü tealadan başka şeylerin sevgisini ondan çıkarmak, bütün günahlar ve kötü düşüncelerden temizlenmelidir. Taki böylece, kötü huylar, güzel ahlaka çevrilmiş olsun. Kalpten şek ve şüphe kalkıp, yerini tasdik alır. Şirk yok olur. Gizli ve aşikar Allah’ a ortak koşulmaz. Kalpte ve bütün azalarda Allah’ ü tealanın tevhidi yani onu, eşi ve benzeri bulunmayan tek bir varlık olarak tanımak hasıl olur. Başa gelene ve emredilene karşı itiraz etmek şöyle dursun, tam teslimiyet hali hasıl olur, Cenab-ı Hakkın takdir ettiği her şeye razı olunur.
Her iş Allah’ ü tealaya ısmarlanır. Gaflet sona erer. Cenab-ı Hakka yakınlık ve her an onunla olmak düşüncesi hasır olur. Tefrikadan kurtulup, cemiyette, yani Allah’ ü tealanın dostları ile bir ve beraber olmaya çalışır. Tabiatındaki sertlikler, kabalıklar, kırıcı ve incitici davranışlar yok olur, onların yerini yumuşaklık, latifeler ile güzellikler ve tatlılıklar alır.
Kalp temizlenip, nefs doğru yola girince, insanın her hali değişir. Artık kimsenin ayıpları görülmez olur. Gözler insanların hep iyi hallerini görür. Onlara karşı kalpte bulunan katılık, acıma duygusu, şefkat ve merhamete dönüşür. Kin, hased gibi düşmanlıklar terk edilip onlara nasihat etmek, hep iyilik yapmak duyguları ortaya çıkar. İnsanlar arasında düşmanlık terk edilip onlara nasihat, hep iyilik yapmak duyguları ortaya çıkar. Artık bundan sonra cenab-ı hakkın rızasına kavuşmak isteyen bu kimsede,nazlanmak kalmaz, korku başlar. Bu korku ondaki hallerin iyiliğe çevrilmesi sebebiyledir. Kendisinde iyilik hallerinin meydana çıktığı kimse; kusurunu bildiği ve aczini anladığı için korkar ve kusurlarının hesaba sığmayacak kadar çok olduğunu bilir. Allah’ ü tealanın kendi üzerindeki hakkını, hiçbir zaman ödeyemeyeceğini, kendisine nasip edilen sayısız nimetlerin, hayırlı işlerin şükrünü yapmaktan aciz olduğunu anlar. İşte bu anlayışa erişen kimse, Allah’ ü tealaya kulluk etmeye başlar.
Ahmed- er Rufai hz. buyuruyor;
Kalp, Allah’ ın hazinesi olduğuna göre, ona Allah’ tan başkasına ait bir şey koymamak kula görevdir.
Çünkü Allah, yalnız kalbe bakar; baktığı zaman başkasını görünce darılır; sahibini rezil eder, süründürür, düşmanlarını o kalp sahibinin başına salar. (nefs, şeytan dünya sevgisi)
Kalble yapılan işler Allah içindir; ona riya, gösteriş karışmaz, Dışla yapılan işler karışık olur. Kalple yapılan işler dış olmadan kabul olunur ama, dış duygularla yapılan işler, kalpten olmazsa makbul olmaz. Sevap da gelmez. Bir kıl dış varlığı ile iyi iş tutuyor; kalp canibinden zayıf ise, onun hakkında verilecek hüküm kalbinin iyi olmadığı olur; kalp canibinden kusurludur. Onun düzeltilmesi icap eder. Bir kimsenin kalple yaptığı amel sağlam olurda, dış durumu az kusurlu olursa, onun mükafatı bol olur. Bu mükafat yalnız kalp ile yaptığı iş için verilir.
“ Bir gün Musa (A.S.) beni israilden bir takım insanlara uğradı. Onlar ayaklarına papuç giymemişlerdi. Başlarına toprak saçıyor ve ağlıyorlardı. Musa (A.S,) bunların haline acıdı, kendi de onlarla ağlamaya başladı, Allah’ a yalvardı. Yarabbi, bu kullarına acımıyormusun, bunların haline bakmıyormusun.
Allah’ü teala vahyetti; “ Ya Musa, benim rahmet hazinelerimmi boşaldı, en çok acıyan olduğumu bilmiyormusun. Onların çektiği bunlardan değirdir; yalnız ben onların sinelerinde dolaşanı bilirim. Onlar bana dua ederken gönülleri benden uzaktır. Kalpleri dünyaya meyillidir.” Buyurdu.
Yine bir gün Musa Peygamber (A.S.) üçyüz seneden beri bir taş üzerinde ibadet edene uğradı. Durmadan ağlıyordu. Göz yaşları su gibi akıp gidiyordu. Onun yanında durdu ağlamasına baktı. Oda ağlamaya başladı. Yarabbi buna acımıyacakmısın dedi. “ Hayır acımıyacağım.” Cevabını aldı. Sebebini sorunca söyle vahiy geldi. “ Onun kalbi benden başkası ile olmak ister. Onun bir cübbesi var onu örtünüyor. Kendini sıcaktan salkıyan, soğuktan koruyan cübbe olduğunu sanıyor.”
Peygamber Efendimiz S.A.V.; “ Bir kulun kalbi düzgün olmadıktan sonra işleri iyi olmaz. Kalbin sağlam olması için dilin sağlam olması gerektir.” Buyurdu.
Şöyle bir rivayet vardır.
Allah’ ü teala hazretleri bir gün İbrahim (A.S.) ; “ Seni neden dost edindim, bilirmisin” dedi. Bunun üzerine İbrahim (A.S.) “ hayır” der. Allah’ ü teala şöyle buyurur; “ Çünkü benden gafil olmadın, her halinde beni zikrettin, kalbine benden başkası girmedi ve seni unutkan olarak görmedim.” Buyurdu.